MMOB İnşaat Mühendisleri Odası Fethiye Temsilciliği Yönetim Kurulu; 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin 19.yıldönümü nedeniyle şok açıklamalarda bulundu. MMOB İnşaat Mühendisleri Odası Fethiye Temsilciliği Yönetim Kurulu başkanı Levent Çimen tarafından yapılan şok açıklamada; kamuoyuna iki önemli mesaj verildi. Çimen “Mühendislik hizmeti almamış, kaçak olarak üretilmiş olan yapıların süresiz olarak yasal hale getirilmesi, devletin asıl sorumluluğu olan halkın can ve mal güvenliğini sağlama sorumluluğunu da bırakmış olduğu anlamını taşımaktadır” dedi.
“17 AĞUSTOS GÖLCÜK MERKEZLİ DEPREMİN ÜZERİNDEN 19 YIL GEÇTİ. YAPI STOKUMUZ YENİ BİR DEPREME HAZIR MI?”
Levent Çimen açıklamasında “İnşaat Mühendisleri Odası olarak deprem gerçeğini unutmadık, unutmayacağız.17 Ağustos 1999 Gölcük ve 12 Kasım 1999 Düzce depremleriyle ortaya çıkan her acının yükünü kalbimizde taşıyoruz. Yapı üretim sürecinin asıl unsuru olan bir meslek Odası olarak, başta yerel ve merkezi düzeyde ülkemizi yönetenler olmak üzere; her kurum, kuruluş ve imza sorumluluğunu üzerinde taşıyan her insanın bu günlerde bir kez daha düşünmesini istiyoruz.
“ÜLKEMİZİN DEPREMSELLİĞİ VE 17 AĞUSTOS 1999 GÖLCÜK DEPREMİ”
17 Ağustos 1999 Depremi, ortaya çıkan can ve mal kayıpları bakımından bir “MİLAT” olarak kabul edildi. Ülkemizin en doğusundan en batısına, en güneyinden en kuzeyine kadar, uzak veya yakın ölçekte her aileyi etkiledi. Ayrıca genel olarak kırsal alanlarda yaşanan deprem yıkımlarının dışında, ”Bir Kent Depremi” olarak kayıtlardaki yerini almış oldu. Tarihsel süreç içerisinde Anadolu coğrafyası sayısız depremler yaşamış olmasına rağmen,17 Ağustos 1999 Depremi yeni bir durummuş gibi depreme hazırlıksız olarak yakalanmış olmak başlı başına bir sorundu. 1999 yılına kadar yapılan uygulamaların pek bir işe yaramadığı acı bir tecrübeyle görüldü. Oysaki milat 1939 Erzincan Depremi olmalıydı. Bu depremde32 binden fazla insanımızın hayatını kaybettiği, unutulmuştu. Oysaki milat 1966 Varto depremi olmalıydı, 1971 Bingöl, 1976 Çaldıran-Muradiye,1983 Erzurum Aşkale,1992 Erzincan,1995 Dinar ve 1998 Adana Ceyhan Depremleri Milat olmalıydı. Peki, 17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli Depremle,12 Kasım 1999 Düzce Depremleri bir milat oldu mu? Bu sefer ders alındı mı?
1999 Gölcük ve Düzce Depremlerinin ortaya çıkardığı can kayıpları ve büyük ölçekli ekonomik kayıplar, her kurum ve kuruluşun konuyu yeniden düşünmesine neden oldu. Bu kapsamda yapı denetimi, nitelikli mühendislik eğitimi, mühendislik hizmetlerinin kalitesinin yükseltilmesi ve ilgili mevzuatlar ülke gündeminin ilk sırasında kendisine yer buldu. En azından İnşaat Mühendisleri Odası; deprem ve güvenli yapı üretilmesi konusunu, farklı boyutlarıyla birlikte geniş bir pencereden bakarak, sorunların kaynağını ve çözüm yollarını ortaya koydu. 1999 depremleri %25 mertebesinde yapı stokunun kullanılmaz hale gelmesine neden oldu. Kaçak olarak yapılan yapılarla mühendislik hizmeti almadan üretilen yapıların oldukça fazla olduğu gözler önüne serildi.İnşaat Mühendisleri Odası’na göre temel sorun; plansızlık, çarpık kentleşme, yapı üretim sürecinin ve mesleki uygulamaların niteliksizliği ve denetimsizliğinden kaynaklanıyordu. 1999 depremleri, asıl sorunun sağlıksız ve kaçak yapılaşma, mühendislik hizmeti almadan yapıların üretilmesi ve yapı üretim sürecinin denetlenmemesi olduğunu açığa çıkardı. Dolayısıyla da tartışma daha çok yapı denetim kavramı üzerine yoğunlaştı. Açıktır ki, Yapı Denetim Yasası’nda gerekli değişiklikler, ihtiyaç duyulan düzenlemeler yapılmaz ise, on yıl sonra aynı sorunlarla karşı karşıya kalınacak, olası bir depremde başta kamu binaları olmak üzere konutlar, işyerleri ağır hasar görecek, çok sayıda bina yıkılacak, can ve mal kayıpları yaşanacaktır.
“İMAR AFLARI-İMAR BARIŞI”
Amaç maddesi “yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak” olan 3194 sayılı İmar Kanunu’na Geçici 16. madde eklenmiştir. Türk İmar Tarihinin bugüne kadar ki en kapsamlı imar affı olan bu düzenleme ile hiçbir mühendislik hizmeti almayan ve bu kanun kapsamında mühendislik hizmeti alması talepte edilmeyen yapılar, herhangi bir kontrol mekanizması olmaksızın, kuralsızca, sadece mal sahibinin beyanı ile kayıt altına alınarak yasal statü kazanmaktadır. Mühendislik hizmeti almamış, kaçak olarak üretilmiş olan yapıların süresiz olarak yasal hale getirilmesi, devletin asıl sorumluluğu olan halkın can ve mal güvenliğini sağlama sorumluluğunu da bırakmış olduğu anlamını taşımaktadır. “İmar Barışı” denen bu afla, deprem güvenliği, mühendislik ve mimarlık mesleği hiçe sayılarak toplumun can ve mal güvenliği yapı sahibinin “beyanına” teslim edilmiştir. Su havzaları, dere yatakları ya da hazine arazilerine yapılmış kaçak yapılar da bu af kapsamına alınmıştır. Ayrıca, tüm yasal kurallara uyarak onun bedelini ödeyen konut ve yapı sahipleriyle birlikte, işini doğru yapan mühendis ve mimarlar da cezalandırılmıştır. Değerler sistemi bir kez daha ayaklar altına alınmıştır.
YAPI STOKUNUN MEVCUT DURUMU VE YAPI ÜRETİM ANLAYIŞI
Yapıları depreme karşı hazırlamanın iki yolu vardır: İlki; mevcut yapı stokunun durumu tespit edilerek iyileştirilmesi, onarılması, güçlendirilmesi veya yeniden yapılmasıdır. İkincisi; yeni yapılacak olan yapıları, bilim, teknoloji ve mühendislik ilkeleri doğrultusunda yapmaktır. Planlama ve tasarım aşamasından yapının kullanıma açılmasına kadar tüm süreç mesleki yeterliliğe sahip mühendisler tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir. Sonuç olarak; Bugüne kadar bilinen bilgiler ve var olan teknolojilerle fayların bulundukları yerleri bilmek mümkündür. Fakat fay hattının kırılacağı yeri ve fayların üreteceği depremin zaman ve tarihini bilmek mümkün değildir. Her yıl çok sayıda mühendislik diploması verilmesine rağmen kaliteli bir eğitim yapılamamaktadır. Can ve mal güvenliğini sağlayan bir mesleğin insanları olarak; fiziki şartları uygun olmayan, öğretim kadrosu son derece yetersiz olmasına rağmen inşaat mühendisi diploması veren okullar açılmaktadır. Her afetten sonra sık sık yapılan “yara sarma” anlayışından kurtulup bilimin, tekniğin ve aklın gerektirdiği işleri yapmak gerekmektedir. Depremin bir doğa olayı olduğu kabul edilmeli ancak denetimsizliğin neden olduğu olumsuzlukları “kader” gibi değerlendiren yaklaşım terk edilmelidir. Ruhsatlardan mühendis ve mimarların imzasının kaldırılması mesleğimizin gelişimini engelleyecek, sahteciliğin önü açılacaktır. Oda ile meslek insanı arasına örülmeye çalışılan duvarlar kaldırılmalı, mühendis ve mimarlardan oda belgesi istenmesine yönelik uygulama güncellenmelidir” dedi.